Hoşgeldiniz
Ziyaretçi
. Lütfen
giriş yapın
veya
kayıt olun
.
1 Saat
1 Gün
1 Hafta
1 Ay
Her zaman
Kullanıcı adınızı, şifrenizi ve aktif kalma süresini giriniz
Ana Sayfa
Forum
Yardım
Giriş Yap
Kayıt Ol
Biz de Varız
»
HABER MERKEZİ
»
HABER MERKEZİ
»
TEKNOLOJİ HABERLERİ
»
Gülseren Budayıcıoğlu’nun Kitaplarından Gerçek Hayat Hikayeleri
Kayseri Engelliler Derneği Telefon 0533 392 33 88
Kayseri Engelliler Derneği Telefon 0533 392 33 88
« önceki
sonraki »
Yazdır
Sayfa: [
1
]
Aşağı git
Gönderen
Konu: Gülseren Budayıcıoğlu’nun Kitaplarından Gerçek Hayat Hikayeleri (Okunma sayısı 2469 defa)
bizdevariz.net
Administrator
Sr. Member
İleti: 418
Gülseren Budayıcıoğlu’nun Kitaplarından Gerçek Hayat Hikayeleri
«
:
Şubat 21, 2021, 04:56:47 ÖS »
Gülseren Budayıcıoğlu’nun Kitaplarından ‘Gerçek Hayat Hikayeleri’
Pek çok kitap yazdı. Çoğu, bestseller oldu. Baskı üzerine baskı yaptı. O, fenomen bir psikiyatrist ve yazar. Şu anda kitaplarından senaryolaştırılan üç dizisi, ekranlarda oynuyor. İkisi ortalığı yıkıyor. ‘’Kırmızı Oda’’ ve ‘’Masumlar Apartmanı’’.
İzlediklerinizin, gerçek olduğunu bilerek izliyorsunuz. Çok da iyi oyuncular, o karakterleri canlandırıyor. İki iş de bomba bence! Ve önemli bir misyona hizmet ettiğini düşünüyorum.
Hoca’yla uzun uzun konuştuk. Seveni kadar, sevmeyeni de çok. Hakkındaki pek çok eleştiriyi sordum. Ama ben, onu bütün yüreğiyle alkışlayanlardanım. Önemli ve değerli bir hizmet sunduğunu düşünüyorum, bu topluma. İki dizide de emeği geçen herkesi tebrik ederim.
TARİFSİZ BİR MUTLULUK İÇİNDEYİM! BAZEN “BU, BİR RÜYA MI? EYVAH, YOKSA UYANACAK MIYIM?” DİYORUM
Sizi tebrik ediyorum, Hocam! Ortalığı kasıp kavuran, yazdığınız kitaplardan senaryolaştırılan, halen danışmanlığını da üstlendiğiniz iki diziniz var: “Kırmızı Oda” “Masumlar Apartmanı…” Herkes bu dizileri konuşuyor. Neler hissediyorsunuz?
-Bazen diyorum ki, bu bir rüya mı? Eyvah, yoksa uyanacak mıyım? Okuyucularım da çok güzel şeyler hissettirmişti ama bu, bambaşka bir şeymiş. Tarifsiz bir mutluluk içindeyim.
Siz izlerken heyecanlanıyor musunuz?
-Hem de nasıl! Çünkü o izlediğiniz şeyleri yaşadım ben. Üstelik çok hissederek yaşadım. Sonra kitap olarak yazdım, yazarken bir kere daha hissettim. Ama televizyonda seyretmek en fenasıymış! Kedimi, ekranın karşısında, kollarımı kaskatı bağlamışım otururken yakalıyorum. Diyorum ki, “Yapma Gülseren, rahat ol!” Ama olmuyor, heyecanlanıyorum, kalbim yerinden fırlayacak gibi küt küt atıyor.
HİÇBİRİMİZİN BİNNUR KAYA’DA TEREDDÜDÜ OLMADI! GERÇEKTEN MÜTHİŞ OYNUYOR
Not alıyor musunuz, “Şurada Binnur Kaya şöyle davranmamalıydı, Ezgi Mola böyle yapmalıydı…”
-Yok hayır, hiç. Tam bir seyirci gibi izliyorum. Ama bittikten sonra bazen minik notlar alıyorum. İki dizi de çok iyi başladı. Görün bakın, ikisi de çok daha iyi olacak. Çünkü işi yaparken öğreniyor insan. İnsanların tepkilerinden, olumlu olumsuz eleştirilerinden hepimiz öğreniyoruz.
Konuşuyor musunuz oyuncularla?
-Elbette. Özellikle Binnur’la sıkça. Beni çok algılıyor ve içinde hissediyor. Diğerleriyle de konuşuyoruz ama beni canlandıran Binnur olduğu için daha sık…
Bence Binnur Kaya şahane bir seçim olmuş. Sizi canlandıracak oyuncuyu bulmakta zorlandınız mı?
-Açık söyleyeyim, başta Binnur aklımıza gelmemişti. Ama “Binnur Kaya olmalı bu isim!” dendiğinde, hiçbirimiz tereddüt yaşamadık! Gerçi iki dizideki tüm oyuncular büyük bir özenle seçildi. Hepsi de bu işe baş koydular. Karakterlerin içine o kadar müthiş bir şekilde girdiler ki, motivasyonları anlatılır gibi değil. Çoğundan şunu duydum: “Hocam, böyle bir karakteri oynamak benim hayalimdi!” Galiba oyunculukta, derin şeyler yaşamış karakterleri oynamak çok arzu edilen bir şey. O kadar hissediyorlar, o kadar içselleştiriyorlar ki rollerini… Etkilenmemek mümkün değil!
3 DİZİNİN YAPIMCISI DA AYNI: ONUR GÜVENATAM… BU PİYASAYA GİRDİĞİMDEN BERİ HEP ONUR’LA ÇALIŞIYORUM… BÜYÜK ŞANS BENİM İÇİN
İki dizinin de yapımcısı aynı kişi değil mi?
-Evet, hatta üçünün diyelim. Biliyorsunuz, “Doğduğun Ev Kaderindir” de devam ediyor. Yapımcımız Onur Güvenatam… Başka yapımcı tanımıyorum ben. Bu piyasaya girdiğimden beri Onur’la çalışıyorum. İyi bir ekip olduk biz. Bu da müthiş bir avantaj. Çok şanslı hissediyorum, kendimi. Bir de tabii işin içine girdikçe, senaristlerin de ne kadar önemli olduğunu anlıyorsunuz. Kilit isimler onlar. Üçüyle de çok iyi anlaşıyoruz. Bu da büyük bir şans. ‘’Kırmızı Oda’’yı Banu Kiremitçi yazıyor. Eylem Canpolat, ‘’Doğduğun Ev Kaderindir’’i yazıyor. Deniz Madanoğlu ise ‘’Çöp Apartmanı’’nı yazıyor. Yani, ‘’Masumlar Apartmanı’’nı.
Masumlar Apartmanı’nın ilk ismi ‘’Çöp Apartmanı’’ mıydı?
-Evet. Ama “çöp” diye bir olumsuz kelimeyle başlamayalım dedik. O insanlar her ne kadar orayı bir çöp apartmanına çevirse de, hepsi masum. İzledikçe her birinin ne kadar masum olduğunu fark edeceksiniz. O masumiyetten, o çöpler çıkıyor işte!
SENARYO, “ANA MESAJ”DAN KOPMUYORSA ASLA MÜDAHALE ETMİYORUM!
Mesela bazı yazarlar, bir süre sonra, “Senaryo, benim yazdığım eserden uzaklaşıyor!” diye kıyameti koparıyor. Siz ne kadar müdahale ediyorsunuz senaristlere?
-Ben hem çok müdahale ediyorum hem de hiç etmiyorum. Bazen hikaye, kitaptan kopabiliyor, İstanbullu Gelin’de oldu mesela ama hala “ana mesaja” hizmet ediyordu. O zaman karışmıyorum. Beni, o ana mesaj ilgilendiriyor. Benim bu kitapları yazmaya başlamamdaki ana hedef, Türkiye’de yaşayan her kesimden insana ulaşabilmekti. İstiyorum ki, köyde buğday toplayan kardeşim de, bir profesör arkadaşım da, benim verdiğim mesajları alabilsin. Evet, ben bir psikiyatrist olarak girdim bu işlere ama zamanla iş, sadece bir psikiyatrist olmaktan çıktı. 50 sene içinde o kadar çok insanı, o kadar dikkatle dinledim ki; ben, ben olmaktan çıktım. Başka bir varlık olmaya doğru yürüdüm. Ama bu, kendiliğinden oldu. Pek çok insanla empati yaptım ve bu süreçte onlardan hayata dair pek çok şey öğrendim. Onlar da benden bir şeyler öğrendiklerini söyledi. Tabii bu da mutlu etti. Ve çok doyurdu. Bir zaman sonra, onları dinlemek benim “iş”im olmaktan çıktı artık. Bu benim tutkum, merakım, hayatım, varoluş sebebim oldu. En büyük hedefim de, öğrendiklerimi topluma, tek tek her insana ulaştırmak. Bunun için çabalıyorum. O yüzden, takıldığım şeyler oluyorsa söylüyorum. Ama senaryo, ana mesajdan kopmuyorsa, müdahale etmiyorum.
KOLEJLİ ARKADAŞLARIM, “GÜLSEREN ÖLDÜRDÜN BİZİ, YETER ÇOK AĞLADIK. GELİRSEK SENİ GEBERTECEĞİZ!” DİYORLAR
Arkadaşlarınızla, diziden sonra whatsapp gruplarında komik yazışmalar oluyor mu?
-Olmaz mı? Mesela bir Ankara Koleji kız grubumuz var. “Gülseren öldürdün bizi, yeter çok ağladık. Gelirsek seni geberteceğiz!” yazıyorlar. Kimi, “Binnur’da seni görüyoruz, başta görmemiştim ama şimdi aynı sen!” diyorlar. Psikiyatri gruplarından aldığım destek, beni çok mutlu ediyor. Türkiye’nin her yanından hiç tanımadığım psikiyatrist meslektaşlarım arıyorlar, mesaj gönderiyorlar. “Kırmızı Oda” yakında sadece bana ait bir dizi olmaktan çıkacak, Türkiye’deki tüm psikiyatristlerin az çok katkısı olmaya başlayacak.
İSTİYORUZ Kİ İNSANLAR, FİZİKSEL VE PSİKOLOJİK ŞİDDETTİN NE OLDUĞUNU ANLASIN! HAYATLARI, AİLELERİ NASIL MAHVETTİĞİN GÖRSÜN…
Kadına şiddetin, tacizi, tecavüzün, cinsel istismarın tavan olduğu ülkemizde, ben bu dizilerin bir “misyon”u olduğuna inanıyorum. Dizi formatında bir tür “ayna tutmaca.” Ben mi yanılıyorum?
-Yoo, o kadar güzel anlattın ki Ayşe! Tam da bu yüzden yapılıyor. Biz psikiyatristler, en çok acıyı dinliyoruz. Bizim işimiz, acıyı dinlemek ve paylaşmak. Öyle olunca, acının kaynağı olan şiddeti de çok iyi tanıyoruz. Ben şunu biliyorum: Toplum, bu meseleye el atmadıkça, bunu durdurmak üzere harekete geçmedikçe, bu iş çözülemez! O nedenle toplum, omuz versin, bu işe sahip çıksın istiyoruz. Ama önce fiziksel ve psikolojik şiddettin ne olduğunu anlasın! Hayatları, aileleri nasıl mahvettiğin görsün…
Yıllarca hepimiz yazdık, çizdik. Mutlaka faydası oldu… Ama siz, sorunu, daha geniş kitlelere gösteriyorsunuz. İnsanlara bir şekilde çözümü de anlatıyorsunuz…
-Aynen bu. Yapmaya çalıştığımız bu. Bu diziler, bizim “gerçeklerimiz”i yüzümüze vuruyor! Başarabiliyorsak ne ala…
İŞ, AİLEDE BİTİYOR. ÇOCUKLARI SEVGİSİZ BÜYÜTÜRSEN, SEVGİSİZ BİREYLER OLUYORLAR… ŞİDDET UYGULARSAN, ONLAR DA İLERİDE ŞİDDETE BAŞ VURUYORLAR!
Siz yıllarca kitap yazdınız, gazetelere röportaj verdiniz, konferanslara katıldınız. Mesajı en etkili verme biçimi bu muymuş?
-Ben kitaplarımı yazarken, insanların bu kadar büyük ilgi göstereceğini hayal bile etmiyordum. İnanmakta zorlandığım bir geri dönüş oldu yıllar içinde. Televizyon ise bambaşka bir şeymiş! Televizyonla, onların oturdukları evlere giriyoruz. Onlar, pür dikkat bizi seyrederken; biz cümlelerimizle onların içlerine giriyoruz. Gerçekten inanılmaz bir etkisi oluyor.
İzleyen herkese, “İş, ailede bitiyor. Çocukları sevgisiz büyütürsen, sevgisiz bireyler oluyorlar… Şiddet uygularsan, onlar da ileride şiddete baş vuruyorlar!” fikri geçiyor mudur?
-Bu soruna “evet” demek, benim için nasıl bir büyük bir mutluluk anlatamam!
ARADA “BEN BİR PSİKİYATRİSTİM. NE İŞİM VAR, GÖSTERİ DÜNYASINDA!” DEDİĞİM OLUYOR! AMA YİNE DE PES ETMEDİM, VAZGEÇMEDİM… VAZGEÇMEYECEĞİM DE!
“Orada anlatılan psikiyatri merkezi, benimkine pek benzemiyor!” gibi şeyler geçti mi aklınızdan?
-Hayır, hiç. Çünkü o merkezi yaparken, benimle sürekli haberleştiler. Tek tek resimlerini attılar. “Hocam, ne dersiniz: Bu renkte bir koltuk uygun mu? Bu renkte bir lamba mı daha çok uyar size?” diye tek tek gösterdiler. Şu anda o kırmızı odayı, kendi odam gibi benimsemiş durumdayım. Gerçekten de beni yansıtıyor. Sadece mekanlar olsa iyi, kıyafetlerde de müthiş benzerlikler var. İkinci bölümde, bir baktım, Binnur, benim yıllarca üstümden hiç çıkarmadığım kıyafetleri giymiş. Lacivert pantolon-ceket ve bir broş, bazen de bir eşarp ya da kolye. Ben, 30 yıl öyle giyindim. Çünkü bir “kadın”ı değil de, bir “insan”ı temsil etmeye çalışırım.
Binnur Kaya’nın canlandırdığı karakterin, tüm o donanımına, eğitimine rağmen naif bir tarafı da var. Siz de öyle misiniz?
-Evet. Tam olarak öyleyim Ayşe’cim.
Arada, “Ben bir psikiyatri hekimiyim, bilim insanıyım! Ne işim var, gösteri dünyasında?” diyor musunuz?
-Hiç demedim, desem yalan olur! Arada dedirtiyor hayat. Zorluyor beni bazen. Ama sonra diyorum ki, “Hayır, sakın pes etme… Vazgeçme…!” Vazgeçmeyeceğim de…
KRAL ADINDAKİ HASTAM, YILLARCA, “HOCAM, LÜTFEN BENİM HİKAYEMİ YAZ. YAZ Kİ İNSANLAR İBRET ALSIN!” DEDİ. ÖLDÜKTEN SONRA DA GÜNLÜKLERİNİN BANA İLETİLMESİNİ VASİYET ETMİŞ ”KRAL KAYBEDERSE” ONUN HİKAYESİ
Herkes “Kral Kaybederse” dizi olacak mı?” diye merak ediyor. Olacak mı?
-“Kral Kaybederse” benim en kıyamadığım kitabım. Çünkü Kral, benim 20 yıl takip ettiğim biri. Neredeyse 20 yıl beraber yaşadık, o kadar sık gelirdi. Yazdığım kitabın sonlarını okurken hala ağlıyorum. Bunca yıl sonra bile ağlatacak kadar beni etkileyebiliyor. O nedenle, evet, onun da, dünyaya sunulması gereken bir proje olması gerektiğini düşünüyorum. Ama biraz ayırıyorum onu…
O hastanız, yani Kral, öldükten sonra günlüklerinin size ulaştırılmasını ve yayınlamanızı vasiyet etmiş, doğru mu?
-Evet. Biz 20 sene sonra onunla çok kötü bir seansla ayrıldık. “Yüzleştirme” dediğimiz şeyi yaşadı. 20 yıl çok yumuşak götürdüğüm iş, o gün bambaşka bir hal aldı. Belki o gün, farkında olmadan ben de kalp kırdım. Ondan sonra, biz yıllarca Kral’la hiç görüşmedik. Onu çok merak etsem de aramadım. O da beni aramadı. Bu arada, bana gelmeye başladığı günden beri, “Hocam lütfen benim hikayemi yaz. Yaz ki insanlar ibret alsın! Bir de ben unutulmak istemiyorum, sen yazarsan beni bir şekilde yaşamaya devam ederim!” derdi. Resmen vasiyet etti. Ben de görüşmediğimiz o dönemde hikayesini yazdım. Bitirdim ama yayınevine gönderemiyorum. Bir şey tutuyor beni. İşte o sırada, günlükleri ulaştı bana. Şok oldum tabii. Meğer Kral hayata veda etmiş. “Ben ölür ölmez bunları doktora götürün!” demiş. Günlükleri geldi, ben de onun istediği doğrultusunda, hikayesini kitaplaştırdım, kitabı yayınevine yolladım.
Ama onun izni vardı yani…
-Olmaz mı? Yıllarca, “Lütfen beni yaz!” dedi. Günlüklerini yolladı. Daha nasıl izni olsun?
“SİZ, HASTA BAKARKEN PARA KAZANIYORSUNUZ. SONRA O HASTALARIN HİKAYELERİNİ KİTAP YAPIYORSUNUZ. BİR DE ORADAN PARA KAZANIYORSUNUZ. ŞİMDİ DE DİZİ YAPTINIZ, ORADAN KAZANACAKSINIZ! BU NASIL BİR HAKSIZLIK YA?!” DİYE YORUMLAR YAZARAK, BENİ ÜZMEYE ÇALIŞANLAR VAR
Bu arada sizi seven kadar, sinir olan da var… Eleştiren, kafanıza domates atmak isteyen… Sebebi nedir sizce? Sadece kıskançlıkla açıklanabilir mi?
-Ne zor soru bu!
Ne dersiniz? İnsanlar meşhur olmanızdan ve çok para kazanmanızdan mı rahatsız?
-Benim bir Instagram sayfam var, herkes gibi ben de kendi çapımda oradan bir şeyler paylaşıyorum. Genellikle olumlu yorumlar yazıyor, takipçilerim. Ama bir gün, bir hanım şöyle yazdı. Bu, benim yediğim ilk büyük darbeydi! Dedi ki, “Siz, hasta bakarken para kazanıyorsunuz. Sonra o hastaların hikayelerini kitap yapıyorsunuz. Bir de oradan para kazanıyorsunuz. Şimdi de bir dizi yatınız, oradan kazanacaksınız! Bu nasıl bir haksızlık ya?!”
Cevap yazdınız mı?
-Hayır, çünkü anladım ki bizim frekanslarımız ayrı! Ben, ona bir şey anlatamam. Bu tür yorumları, benim en çok sevdiğim insanlar yazıyor üstelik. Ben, gerçi yine de onları sevmeye devam ediyorum. Beni yaralamak için yapıyorlar. Hiçbir şey yazmayacağım ama bir gün bunun yanlış olduğunu söylemek için arayacağım onları. Anlamaya hazır olduklarında… Şu anda değiller. Beni üzmek, yaralamak ve zor durumda bırakmak istiyorlar.
BU ELEŞTİRİLER KARŞISINDA YARALANIYORUM… BUNDAN SONRA ACABA DAHA MI ÇOK HIRPALAYACAKLAR, DİYE KORKUYORUM
Gündemde olmak aynı zamanda eleştirileri göğüslemek mi demek? Tüm bunları doğal mı karşılıyorsunuz? Yoksa yaralanıyor musunuz?
-Yaralanıyorum! Ben, profesyonel olamadım. Etkileniyorum, üzülüyorum bu tür eleştirilere. Ben, bugüne kadar öyle çok fazla gündemde olmadım. Küçük bir çevre içinde, bir hoca olarak ünüm vardı. Ama şimdi işler değişti. Hiç bu kadar hırpalamamıştı insanlar. Bundan sonra daha mı çok hırpalayacaklar acaba diye de korkuyorum.
ASLA HASTALARIMIN MAHREMİYETİNİ İNSANLARLA PAYLAŞIP, ÇIKAR SAĞLAMADIM! BÖYLE SAÇMA VE KÖTÜ NİYETLİ BİR SUÇLAMA OLABİLİR Mİ?
Mesela sizi, hastalarının mahremiyetini herkesle paylaşarak çıkar sağlamakla suçlayıp “gerçek hayat öyküleri” adı altında doktorluk etiğine, saygı duymamakla itham edenler oldu. Sizin yanıtınız nedir? Hakkınızda bu konuda açılmış bir dava var mı?
-Hayır, tabii ki yok! Bunlar da yine yaralama amacıyla yazılan şeyler. Bir psikiyatrist hastasını ifşa eder mi? Bunu yapar mı? Yapabilir mi? Asla yapamaz! Ben de yapmam! Zaten bu tıp etiğine, insanlığa her bir şeye aykırı… Böyle saçma ve kötü niyetli bir suçlama olabilir mi?
“AŞK OLSUN HOCAM YA, BUNCA YILDIR GELİYORUM, ŞU KADARCIK DA MI SİZDE HATIRIM YOK, HİÇ BAHSETMEMİŞİNİZ BENDEN!’’
Yıllar evvel, “Madalyonun İçi” kitabı ilk yayınlandığında, hastalarımın bir kısmı büyük bir panik yaşamıştı. “Aman Tanrım! Yoksa bizi de mi yazdı?” diye. Kitabı okuduktan sonra ise bana şöyle dediler: “Aşk olsun Hocam ya, bunca yıldır geliyorum, şu kadarcık da mı sizde hatırım yok, hiç bahsetmemişiniz benden! Alındım biraz!” Halen ilişkide olduğum ya da yeni tanıştığım hastalarım hep, “Hocam, beni yazarsınız değil mi?” diyorlar. O kadar cesaretle söylüyorlar ki bunu. Çünkü artık şunu gördüler: Kimseyi ifşa etmek gibi bir niyet içinde değilim. Buna çok özen gösteriyorum, kitaplarımı okuyanlar bunu çok iyi bilir…
armanayse.com
Kayıtlı
Yazdır
Sayfa: [
1
]
Yukarı git
« önceki
sonraki »
Biz de Varız
»
HABER MERKEZİ
»
HABER MERKEZİ
»
TEKNOLOJİ HABERLERİ
»
Gülseren Budayıcıoğlu’nun Kitaplarından Gerçek Hayat Hikayeleri