Öldüren Mektup
Bana yazdığı son mektubu şimdi ulaştı elime, büyük bir telaşla yırtarken zarfı, birden telefon çaldı ve oydu ahizenin diğer ucundaki. Tek söylediği kelime: “Hoşça kal!” oldu. Neye uğradığımı şaşırmıştım. En iyi arkadaşına böyle mi veda ediyordu şimdi? Gözlerimi tüm gücümle sıktım, açınca bunların kötü bir gündüz düşü olduğunu düşünmek isteyerek. Ama değildi. Karşımda duran aynadaki ben kadar gerçekti her şey. Düş gezginim beni terk ediyordu. Ayaklarım, iradesizliğimi ve güçsüzlüğümü kanıtlarcasına uyuşuyordu. Hemen oturmazsam yere yığılacak ve okuyamayacaktım son cümlelerini. Son gücümü kırbaçlarken gözlerim yanmaya başladı soğuk bir rüzgârın içimi titretmesiyle. Oturdum, ilk önce kokusu sardı içimi. Sonrasında gözyaşlarım adeta yarış atları gibi silah sesini bekliyorlardı bir an önce yanağımı ıslatabilmek için. Mektubun son cümlesi çoktan silahım olmuştu:
Sakın üstüne alma her bir cümleyi sadece oku,
Çocukluğum zaten mahkûmdu, bırakın gençliğim özgür kalsın. Vitrinlerimi taşlayıp bayramlıklarımı çalmıştınız hatırladınız mı? Ben çok iyi hatırlıyorum küçücük bir yüreğin çıplak kalışını, soğuktan morarıp gizli gizli ağlayışlarını.
Kelimeler oldukça yüklü. Her biri acıya gebe. Bir kere kesince jilet, izi kalıyor takvim yapraklarında. Her bir sayfa kan kokuyor günün anlam ve önemini vurgulayarak. Damla damla düşüyor yılların sendikasız işçileri olan ayların kucağına. Oradan da bugünün mendilinde çıkmaz bir leke olarak kendini hissettiriyor akan burnumu her silişimde. Kan kokusu giriyor islenen ciğerlerime. İçimde bir fabrika, dumanı öylesine kara ki, beyaz olan ne varsa kendine benzetiyor. Kirleniyorum bir türlü kapanmayan, kapatılmayan bu fabrikayla. Sularıma zehir akıtıyor tüm çevreci hücrelerimin yıllardır verdiği eylemleri eylemsizleştirerek.
Umutsuz değilim. Bunun altını kelimelerimle çizmeliyim ki kimse yanlış anlamasın sürekli yanlış anlaşılmışlığımı. Ardımdan mumlar yakılmasın, ışığım yokmuş, hiç olmamış gibi.
Değişiyorum,
Değişmeyen tek şey olan değişim gibi,
Dünya gibi,
Türkiye gibi,
Şehirler gibi,
İnsanlar gibi,
Sen gibi…
Gözlerimi yasak devrimlerle açmaya kararlıyım. Çünkü ancak bir devrim sökebilir karaağaçların köklerini. Ancak o silebilir duvarlarımdaki kırmızı anarşiyi. Baştan aşağı bir temizlik farz artık dinimde.
Ezilen duygularıma bahar bayramları hediye edilmeli. Kaçırılıp çatı katına hapsedilen geç kalınmışlıklara tam bağımsızlık verilmeli. Herkesin dört bir koldan çekiştirip üzerinde yarışların ve bahislerin yapıldığı ruhuma dokunulmazlık sağlanmalı. “-Meli” ve “-malı” işte tüm gereklilikler burada özetlenip anlatıldı.
Geriye kalan,
Tüm kitapların bahsedeceği bir hikâye, Kahramanlığımın nam salacağı dört mevsimlik bir yaşam,
Dağ tepesindeki, çirkin insanların ve yaratıkların asla göremeyeceği, bir yerin tarifsiz tasviri,
Kaygıların kayıklara bindirilip okyanuslara bırakılacağı veda günü,
Küçük hayallerin başarının bereketli sütüyle beslenip büyüyeceği yıllar,
Ve ölmeden önce yapılması gereken yüz bir şey için atılacak heyecanlı bir adım.
Bekle beni Hazerfan, arakandan geliyorum, uçacağıma inandığım mavi kanatlarımla…
Buzullardan önce çözülmeye kesin kararlı dondurulan düşlerim. Sular altında bırakacak olsalar da tüm bedenimi, razıyım. Yeter ki gözlerim kapalı kalsın son nefesimin benden alınıp başka bir boyuta yer bulacağı gün!
İçimdeki büyük taarruz başlarken sana -hep yanımda olan güzel siperime- tek diyebileceğim, ,Hoşça Kal!
DeniZ’ ALINTI