Hoşgeldiniz
Ziyaretçi
. Lütfen
giriş yapın
veya
kayıt olun
.
1 Saat
1 Gün
1 Hafta
1 Ay
Her zaman
Kullanıcı adınızı, şifrenizi ve aktif kalma süresini giriniz
Ana Sayfa
Forum
Yardım
Giriş Yap
Kayıt Ol
Biz de Varız
»
HIKAYELER
»
HIKAYELER
»
Güneşin Öfkesi
Kayseri Engelliler Derneği Telefon 0533 392 33 88
Kayseri Engelliler Derneği Telefon 0533 392 33 88
« önceki
sonraki »
Yazdır
Sayfa: [
1
]
Aşağı git
Gönderen
Konu: Güneşin Öfkesi (Okunma sayısı 1770 defa)
melleseferi
öMeR
Administrator
Hero Member
İleti: 20677
SiTe YöNeTiCiSi
Güneşin Öfkesi
«
:
Eylül 12, 2008, 04:20:04 ÖÖ »
Güneşin Öfkesi
Gözlerimi sımsıkı kapattım, hayal etmeye çalıştım. O sesi, o kokuyu ve o görüntüyü nasıl tasvir edebilirdim ki? O güne dönmeye çalıştım. En güzel o gün bana hatırlatabilirdi herşeyi. Tüm ayrıntıları kolayca hatırlayabilen ben, dün ne yediğimi bile unutur olmuştum. Ama gün içinde konuşulanlar beni o kadar etkilemişti ki imkanı yok doğru sözcükleri bulabilene kadar uyuyamazdım.
Havayı hayal etmeye çalıştım öncelikle. Alcalıydı sanki. Öyle bir mavi ki her rengi benimsemiş herkese görmek istediğini gösterir gibiydi. Yüksek ağaçların duvarı gibi yaprakların arasından gözüme ilişirdi renkleri. Ben ebruli bir renk görürdüm mavinin içinde. Mutlu ederdi gördüğüm o renk beni. Gözlerimi ışıldatırdı. İlham verirdi bana. Bunu anımsayabiliyordum. Çocukluğuma geri dönüp yürümeye başladım. Belirenler uzun ağaçlardı. Sayamayacağım kadar çoklardı. Yükseklerdi. O kadar çok yükleri vardı ki üzerlerinde renk renk, kimilerini taşıyamamış toprağa ödünç vermişlerdi. Yeni tohumlarla borcunu arkadaşlar yaratarak öderdi dürüst toprak. Hiçbir zaman kayıtsız kalmaz her daim cevap verirdi isteklere.
Anılarımda gezinmeye devam ettikçe haraket dikkatimi çekti. Hafif bir esinti, birkaç damla ve ardından gelen pırıl pırıl damlalar... ve daha fazlaları. Sonra köşeden bir kertenkele kaçtı deliğine. Ne kadar ürkerdim hayvanlardan o zamanlar. O kadar çoklardı ki ayırd edemezdim hangisi iyi hangisi kötü benim için. “Isırır mı?” diye sorardım babama. Gülümser “Korkma” derdi “Isırmaz, o seni bir dev gibi görüyor.” O zamanlar dev olduğumu zannederdim. Zamanla farkettim ki herkes bu devlik işine kendini çok kaptırmış benim korktuğum o rengarenk haraketli hayvanlara köle gibi davranıp oyunlar oynuyorlar. Doğaya hakim olmaya çalışıyorlar, onu yönetmeye.
Yürüdükçe kokuyu anımsadım. Sanki oradaymış gibi sıkı sıkı içime çektim havayı, hapsetmek ister gibi ciğerlerimde, beni bir daha terk etmesinler diye. Yeşil bir kokuydu o içine biras kahverengi katılmış, bu ona tazelik vermişti. Bir su vardı bu kokuda, bir güneş, bir gök kuşağı, hani şu koşturup altından geçmeye çalışıp zamanla penceremden güzelliğini seyredalarak resimlerini yaptığım. Gözlerimi kamaştırırdı yeşil yaprakların üzerindeki çiğ taneleri. Bir de onlara güneş vurdu mu... işte o zaman minik minik gökkuşakları yağardı üstüme. Güneşle yağmurun, yaprağı kullanarak verdiği ufak birer hediyeydiler. Tenimde yakalamaya çalışırdım onları, keşke hapsedebilseydim renklerini tuvalime, oldukları gibi. Zamanla solmasalardı, anımsatsalardı bana o günleri, yok olmasalardı.
O an bir melodi gelirdi kulağıma içinde ayırd edemediğim bir sürü tını olan. Eşi benzeri yapılamamış ve yapılamayacak olan. Anlatılamayan, sadece ama sadece yağmurun bitiminin habercisi o güzel renkli kuşlar. Sanki takip eder gibi beni ağaçlardan ağaçlara süzülürlerdi nazikçe, zarar vermemeye çalışarak güzelliklerine. Gözleri gibi bakarlardı ağaçlara, evlerine. Bir baba gibi sahiplenirdi koca ağaçlar bu kuşları, korurlardı geniş yapraklarıyla soğuktan onları. Soğuk olurdu. Buz gibi. İnsanın kemiklerine işlerdi güneş küsünce. Ağlardı doğa bu küskünlüğe. Kimi zaman toprağı beyaz bir örtüyle örterdi doğa, sadece güneş çözebilsin diye. Güneş usulca çözerdi karları. Bembeyaz, ortalığı karanlıkken bile aydınlatan. Kendimi üzerlerine atmaya bayıldığım karları. Gençliğimde saatlerce üzerinde dolaştığım, kirlettiğim o beyazı. Elimde olsa kirletmezdim hiç, dokunmazdım, bozmazdım, bir daha terketmezlerdi belki beni o zaman, kırılmazlardı bana, ortalıktan kaybolarak o tarifsiz beyazı esirgemezdi benden doğa. Küsseydi keşke şimdi yine, en güçlü güneşe. Almaya çalışsaydı keşke güneş yavaş yavaş kalbini, barışsalardı yine. Kutlasaydı bu huzuru ağaçlar meyvelerle, eşlik etseydi bu şenliğe kuşların sesi, tüm doğayı davet etselerdi güneşle doğanın uyumlu birlikteliğine.
Yürürken ben anılarımda, hissedebilseydim ağaçların kalın kabuklarını. Hani çocukken kış için çalışıp duran karıncalar yüzünden dokunmaya çekindiğim. Saklayabilseydim o pürüzü avuçlarımda. Sıkıca kapasaydım avuçlarımı, almasınlar diye onları benden. Kulaklarımı kapasaydım o güzel kuş seslerini, onları taklit eden böceklerin mırıltılarını hapsetmek için. Gözlerimin haresinde saklasaydım o güzelim, eşsiz renkleri. Belki o zaman saatlerce tüplerle uğraşmazdım onları bulmak için. Gözlerimden yansıtır, yapıştırırdım tuvalime. Notlarını keşfederdim belki doğanın, saklayabilseydim tüm o sesleri, koruyabilseydim kuşları, böcekleri, yardım ederlerdi bana belki, doğru notaları bulmama. Tenimde saklasaydım yağmurun verdiği ilk ferahlığı, o tadı. Belki o zaman bu kadar bunalmazdım. Hapsolmazdım gri herşeye. Dinlemezdim benim gibileri, kulak verirdim doğaya, her gün beni uyandıran o cıvıldamaya. Sonuna kadar desteklerdim dürüst doğayı. Tüm borçlarını ödesin diye. Can versin diye, yaşatsın diye doğayı. Temel taşı olsun diye yaşamın. Yenebilseydim bu yenilgiyi. İtip dünyayı tersine döndürüp o günlere dönebilseydim. Haykırırdım insanlara, sürünmeyin o maddeleri yağmurda dolaşın diye, boyamayın kendinizi doğanın renklerini hissedin tenlerinizde diye. Çalmayın suyumuzu katmayın zevklerinize diye. Hor davranmayın sizi dev zanneden o zavallı canlılara. Kazımayın o geçici mutluluklarınızı ağaçların o sert ama narin dokularına. Bozmayın bütünlüklerini diye doğa ile güneşin. İzin vermeyin güneşin hakmiyet kurmasına, yenmesine her türlü ırkı, karartmasına ciltlerimizi, gözlerimizi. Sonra dilerdim en büyük dileğimi, sırf keşke ile başlayan cümlelerimi yok etmek için isterdim tüm insanların benim gibi düşünmelerini, aşık olmalarını doğaya, izin vermelerini gelecek nesillerin bu duyguları tatmalarına. Belki o zaman doğayı taklit eden resimlerime bakıp hesap sormazlardı benden en yakınlarım. Sanki tüm suçlu benmişim gibi açıklamamı istemezlerdi o uyanışı, o baharı, her daim kucaklayan beni. Asla ihanet etmeyen bana.
Kalkıp perdeyi açtım ve gece bile hakimiyetini sürdürebilen o kuruluğa, o tatsız, solmuş sarıya, o herşeyi yöneten griye baktım. Cansız, halsiz geri yattım. Artık doğru kelimeleri bulmuştum doğayı hissetmeleri için. Gözlerime şenlik renklerin, sabah beni güne hazırlayan o melodinin, tenimi ferahlatan o esintinin, o nemin nasıl onları terkettiklerini açıklayabilirdim onlara. Emanete yapılan ihanetin büyüklüğünü ve güneşin bu kızgınlıkla yakıp kavurmasını herşeyi, tek güvenilen grinin bulunabildiği bu dünyayı...
alıntı.
Engelsiz Bir Dünya için Bizde VARIZ
melleseferi oMeR
«
Son Düzenleme: Haziran 05, 2011, 05:54:27 ÖÖ Gönderen: melleseferi
»
Kayıtlı
>>>>>>>>>>
bizdevariz.NET
<<<<<<<<<
Yazdır
Sayfa: [
1
]
Yukarı git
« önceki
sonraki »
Biz de Varız
»
HIKAYELER
»
HIKAYELER
»
Güneşin Öfkesi