Gönül Desenli Kilim
“Yıldızları hatırlıyorum , gökyüzündeydiler. Birde tarlada gördüğüm kırmızı çiçeği hatırlıyorum”
Kısa bir an gördüm televizyonun ekranında şeklini, şemalini. Şimdi unuttum gitti neye benzediğini. Unutamadığım yüreğimde bıraktığı görüntüsüydü. Unutulur gibi de değildi yani!
Sevgili oğlum ateşini ölçmeye razı etmek için eline verdiğim dereceyi; uydu alıcısının kart yuvasına sokmuştu. Babası söylene söylene çıkartmaya çalışırken Onur’da sırıtarak elinde ki kumanda ile oynuyordu. Gözüm bir an ekrana takıldı, gönlüm de takılı kaldı.
TRT1 de Gezelim Görelim başlamış, Uşak Eşme’ye gelmişler. Öyle sıklıkla seyrettiğim bir program değildir ama o sırada beyaz ekranı; benim karşımda gördüğüm ama kendi dünyasını bile göremeyen bir kilim ustası dolduruyordu. Programı anlatmayacağım sizlere çünkü seyretmedim, adını bile öğrenemediğim o kilim ustası teyzede takılı kaldım ben.
Teyzem göremiyor. 66 Yaşında. 14-15 yaşından beri kilim dokurmuş hem de. Görmüyor, etrafı kapkaranlık ama gönül gözü ile rengarenk ipliklere hayat veriyor, can veriyor , emeğini işleyip gören gözlere sunuyordu. İplik yumaklarına kendince bir şeyler bağlamış. Örneğin : Yeşile çakmak, kırmızıya çorap , maviye bez parçası , sarıya bir şey, kahverengiye başka bir şey…
Renkleri elleriyle görmeyi öğretmiş kendisine. Üstelik desenleri görmese dahi düz değildi yarattıkları. Sunucu Nuray Yılmaz’a anlatıyor; “Ben sayarak renk değiştiriyorum, sayıp sırası geldiğinde diğer iple değiştiriyorum” diye. Tekniğini paylaşıyor bizlerle. “Ben bir mucize yaratıyorum” demek yerine, alçakgönüllülükle “Sayıyorum işte” diyor. Halbuki ne insanlar var, yarım yamalak yaptığını mükemmele erdirmek için “Allah’ın hikmeti” diye gezinip, gerinen. Teyzemde dese “ Sol elim karıncalanınca anlıyorum ki kırmızı, başım dönünce mavi, kulağıma bir nefes üfleyince sarı “bir anda tüm kanalların alt yazılarına şayan olacak ama demiyor , “Sayıyorum” diyor.
“Ama “ diyor, “ Sadece kendi başladığım kilimleri dokuyabiliyorum, eğer başkası başladıysa bilemiyorum nasıl yapacağımı” diyor. Öyle ya, o kağıtlara , bilgisayarlara dökmüyor ki tasarladıklarını. Aklında onun deseni, sayılarında. 3 Mavi, 8 beyaz, 4 kırmızı diye biliyor o yaptığı deseni ve ne bilsin bir başkası ne yaratmaya çalışıyor, görmedikten sonra …
Teyzem görebildiği yaşında gördüklerini sayıyor : “Yıldızları hatırlıyorum , gökyüzündeydiler. Birde tarlada gördüğüm kırmızı çiçeği hatırlıyorum” diyor. Hepsi bu. “Aklımda kalmadı başka bir şey” diye ekliyor. Bir kadın; kilim dokuyor ve hayatta gördüğü iki şey yıldızlar ile kırmızı çiçekler. Düşünüyorum, eğer tek bildiğim onlar olsaydı yüzümde tebessüm açtırabilir miydiler diye. Yok! Olmuyor. Onun adına bile ağlamak istiyorum ben değil ki kendim görmeyeceğim.
Kadraja genç bir adam giriyor, teyzenin boynuna sarılmış.Oğluymuş meğer. Kocaman adam etmiş oğlunu, yüzüne gene gönlünde ki gözlerle bakarak. Biraz utanarak ama yaşamına, yaşadıklarına , farklılıklarına gülerek bakmayı bilenlerin muzip ifadesiyle ekliyor : “Boynuna çan takıp büyüttüm onu ben”, diyor. Okul çağı gelene kadar gözleri görmeyen anne minik bebeğine sahip çıkabilmek için; kokusuna koşarken gönlüne yoldaş ettiği kulağı , belki de emekleyerek kendinden uzaklaşan bebeğinin yerini duysun diye Çan taktığını anlatıyor bir cümle ile. Sanki bir bahsedecek gibi oluyor, yanlış çan seslerine de gitmişliğinden ama susuyor. O suskunluktan anlıyorsun zaten teyzemin hayatından her şeye rağmen vazgeçmediğini.
İşi var, ailesi var. Görmeyen ama üreten gözleri var teyzemin.Şehrin göbeğinde yaşarken her türlü sıkıntıda kendini harap edip, yaşamaktan bunaldığını deklare eden , mecaz bu ya tırnağı kırıldığı için günü berbat geçen bizler geldi aklıma. Yanında olmasa bile 24 saat kamera ile çocuğunu takip eden, cep telefonu şarjı bitince sanki hayat damarlarından birini kopmuş sayan, gören gözleri olduğu halde bırak kilim dokumayı eline bir çift şiş alıp da sevdiğine atkı örmeyi bile denememiş olan , üretebilecek iken tüketen bizler geldi aklıma.
Öpülesi elleri olan o teyze ekrandan gitti ama ruhuma imzasını attı da gitti. “Yaşamalı” dedirtti bana, “göremesen bile görürcesine”. Simten K. Ataç