*
Kayseri Engelliler Derneği Telefon 0533 392 33 88

Kayseri Engelliler Derneği Telefon 0533 392 33 88

Gönderen Konu: Eşref Armağan’ın Esprili ve İlginç Anlatımı İle Resim Öyküsü  (Okunma sayısı 2080 defa)

Çevrimdışı melleseferi

  • öMeR
  • Administrator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 20677
  • SiTe YöNeTiCiSi
    • MeLLeSeFeRi.com


İlk olarak bize kendinizden bahsedebilir misiniz, biraz?

Ben 1953 İstanbul doğumluyum.

Doğuştan görme engelliyim. Üç dört yaşımdan sonra bir şeyleri fark etmeye başladım. Evde annem babama ya da dışarıdaki insanlar birbirlerine hiçbir zaman "Önüne bak", "Dikkat et" demiyorlardı, "Şuradan araba geliyor", "Önünde çamur var" gibi sözleri sadece bana söylüyorlardı. "Niye bir tek bana söylüyorlar?" diye dikkatimi çekmeye başladı. Babama sorduğum zaman bana görmediğimi anlatmaya çalıştı. Tabii durumu öğrendiğimde çocuk olduğum için çok büyük bir psikolojik sorun yaşamadım.

Zaten olması da çok zordu çünkü ben dünyaya böyle geldim ve geriye dönüşü olmayan bir durumdayım. Bunu kabul etmem gerekiyordu.

Resme olan ilginiz ilk olarak ne zaman başladı?

İlk olarak rulye ve bakır kabartmalardan yapılmış doğa yani peyzajları ellerimle inceleyip anlamaya çalışıyordum çünkü doğanın karşısına oturup da gören insanlara sorduğum zaman bir şeyler anlatıyorlardı ama ben hiçbir şey arılamıyordum. Dokunduğum kabartma doğa resimleri üzerindeki şekilleri de, dokunduğumun ne olduğunu anlayabilmek ve beynime kazımak için tabii ki gören insanlara soruyordum. Ben resme bir anda başlamadım. Çok çaba sarf ettim.

Allah bana akıl verdi, mantık verdi ben onu kullanıyorum. Bir şeyi Öğrenirken önce nasıl durduğunu, isminin ne olduğunu, hangi renkte olduğunu, başka renkler de olur mu, altı yönden nasıl görünür yani yukarıdan, aşağıdan, yanlardan, nasıl görünür diyerek bir cismin üzerinde bu detayları çalıştım ben. Detayları öğrendikten sonra o doğa manzarasını yapmak için ilk zamanlar karton kullanıyordum. Kabartmayı model olarak sağ tarafıma koyup sol tarafta aynısını çizmeye çalıştım. Kartonun altına yumuşak gazeteler koyuyordum üzerini çiviyle çiziyordum ve insanlara gösteriyordum "Oldu mu, olmadı mı?" diye çünkü kendim karar veremiyordum.

İlk olarak neyin resmini yaptınız?

İlk olarak kelebek resmi yaptım. Babam düz bir tahta üzerine çiviyle kazıdı ve onu Örnek olarak koydum sağ tarafa, sol tarafta kartona çiviyle aynısını çizdim. O zamanlar öyle bir teknik kullanıyordum, şimdi tekniği değiştirdim.

Ben resme bir anda başlamadım.

Çok çaba sarf ettim.

Resimle ilgili bir eğitim aldınız mı?

Ben resim eğitimi diye bir şey almadım. Böyle söylediğim zaman hiçbir eğitim almadı diye yazılıyor hep. Çocukluğumda ben ilkokula gitmek istedim ve birkaç sene kendi isteğimle "Arkadaşlarım ne yapıyor, ne okuyor, ne öğreniyorlar?" diye gittim, geldim. Orada çocuklar, öğretmenlerden kabartma plastik harfli fiş alıyordu, bana da nasıl durduğunu, yan yana nasıl dizildiğini arkadaşlarım gösteriyordu. Yazıyı da böyle öğrendim zaten.

Renkleri nasıl seçiyorsunuz hangisinin ne renk olduğunu nasıl anlıyorsunuz?

Ben birçok cismin üzerinde "Hangisi hangi renk olur? ya da farklı yönlerden nasıl görünür?" gibi çalışmalar yaptım nasıl olduğunu öğrendim. Bir gün sıra elmaya geldi. Elmanın yuvarlak olduğunu öğrendim, gören biri bana elmanın nasıl çizildiğini anlattı, çizdi, ne renklerde olabileceğini söyledi. Sonra ben de elma çizmeye karar verdim. Elmayı yuvarlak çiziyorum kırmızı boyayı arıyorum bulamıyorum. "Nasıl yapacağım kendi kendime bir teknik uydurmam lazım" dedim.

Boyalan sıraya dizdirdim. Yani gören birine dedim ki öne beyazı koy onun arkasında siyah, sarı, kahverengi, kırmızı, mavi ve yeşil sırada dursunlar ben o sırayı hiç unutmuyorum ve bozmuyorum. Çocukluğumdan beri boyaları bu sıra içerisinde kullanıyorum.

Hangi rengi istiyorsam o rengi alıyorum ve geri aynı yerine koyuyorum. Bu şekilde renklerin isimlerini ve hangi sırada olduklarım biliyorum.

Fırça kullanarak resim yapıyor musunuz?

Resmi yaparken ne çizdiğimi anlayabilmem için kabartma olması gerekiyor. Parmağınım anlaması lazım, parmağım anlamıyorsa beynimle hiçbir şey algılayamam. Fırçayla boyayamam tamamen ellerimle boyamam lazım çünkü fırça kullandığım zaman ellerimin teması kesiliyor. Fırçada boya aldım mı, almadım mı? Boyadım mı, boyamadım mı? Bunu bilmeme imkan yok. Bu sebepten fırça kullanmıyorum. Ellerimle, parmaklarımla boyuyorum...

Renkleri algılamanız ve resmi yapabilmek için gölgeleri kullanmanız nasıl oluştu peki?

Bunu bir örnekle anlatmak istiyorum, mesela elmayı çiziyorum ama yuvarlak gösteremiyorum. Bana diyorlar ki "Elma tamam kırmızı yapmışsın, ama yuvarlak görünmüyor." Ben: "Yuvarlak göstermek için ne yapmam lazım?" diye soruyorum insanlara, bana diyorlar ki: "Işık ile gölgeyi kullanman lazım". Peki ışık ne?, "Işık aydınlık demekse aydınlık neyle boyanır? "Beyaz" "Peki karanlık neyle boyanır?" "Siyah boyalarla".

Demek ki ışık vereceğiz "Neresini ışıklandıracağım ben bu elmanın?", "Hangi yönden geliyorsa o yönünü açık renk yapacaksın".

Yani açık renk deyince düşünüyorum aydınlık beyazdı yani aydınlık yapacaksam beyaz katacağım. Elmanın sol tarafından ışık gelecekse elmamı kırmızı boyadıktan sonra kurumadan hemen ellerimi temizleyip beyazdan bir lokma elimle alıp parmağımla o tarafı karıştırıp o boyaya iyice yedirmem gerekiyor. Böyle yapıp gösterdim "Aaa tamam ışık vermişsin ama yuvarlak görünmüyor". "Işık kullandım işte neden yuvarlak görünmüyor?", "Tamam sen aydınlık yeri gösterdin ama karanlık yer ile ayrım renginin yerini düz çiziyorsun. Ay şeklinde yapacaksın". Aydınlık yer ile karanlık yerin birleşimini ay şeklinde yaptım "Tamam yuvarlak görünüyor artık" dediler. Bunu da başardıktan sonra gölge yapmak istiyorum.

Bir gün gölgesini de kendi kafamdan düşündüm yaptım hemen babama indirdim "Bak bakalım bu sefer yuvarlak gösterdim, ışığını koydum bir de gölge yaptım" dedim. Babam baktı "Ne güzel iki tane elma yapmışsın" dedi. "Eyvah babamın gözüne bir şey oldu baba orada bir tane elma var" dedim "Yok oğlum iki tane elma yapmışsın" dedi ."Nasıl olur baba onun biri gölge" dedim. "Oğlum sen kırmızı elma yapmışsın ama gölgeyi de kırmızı yapmışsın" dedi. "Peki kırmızı elmanın gölgesi ne renk olur?" dedim. Babam düşündükten sonra "Elma kırmızıysa onun gölgesi kırmızı olmaz mesela mavi bir masa örtüsünün üzerinde duruyorsa elmanın gölgesi o masa örtüsünün bir ton koyusu olur.

Yani nerenin üzerinde duruyorsa oradaki rengin bir ton koyusuyla gölge yapabilirsin" dedi hepsini yapmaya başladığım da diyorlar ki "Sen ışığı alttan veriyorsun gölgesini kısa yapıyorsun" "Ne oldu ya gölgesi oynayacak mıydı?", "Tabi yukarıda durursa gölge alta doğru kaçar, aşağıya doğru indiği zaman sonsuza kadar uzar." Ben şimdi düşünüyorum "Işık nerede olursa gölgesi ne kadar uzar? Aşağıya inerse, yanda durursa ne kadar uzar?" Gölgeyi de yapmayı başardıktan sonra ben bayağı resim çizmeye başladım.

Resimlerinizde perspektif çalışmaları da görüyoruz. Bunu nasıl başardınız?

Perspektif nedir? Benim öyle çevremde ressam falan da yok herkese soruyorum kimse perspektifin ne olduğunu açıklayamıyor. Ben de en sonunda Marmara Üniversitesi'nde bir resim profesörüne gittim orada bana kabartma çizmeye çalıştılar külah gibi bir şey çizdiler, sen yolun ortasında duruyormuşsun aynı genişlikte yolmuş ama ileriye baktığın zaman sıfır bir noktada bitiyormuş. Etrafındaki direkler ileriye doğru bakıldığında hem genişliği daralıyormuş hem de uzunluğu kısalıyormuş birbirine yaklaşıyormuş ve o da aynı noktada bitiyormuş, gibi örneklemelerle açıklamaya çalıştılar perspektifin ne olduğunu. Şimdi diyorum ki ben "Bu yol orada bitiyorsa bu araba gidiyor, gidiyor da orada ne yapacak?", "Bu yol aynı genişlikte ileriye doğru değişmiyor ama bakış ve görüntü olarak sanki bir noktada bitmiş görüntüsü oluşuyor sadece, gerçekten öyle olmuyor" diye anlattılar... Perspektifi de böylece öğrenmiş, anlamış oldum... Resimlerimde de hep bunları düşünmem, unutmamam lazım.

Ben elime alıp da bir şeyi incelemeye başladığımda beynimdeki görsel alan hareketleniyor.

Peki tuvale resim yapmaya nasıl başladınız?

İnsanlar bana "Sen kartona resim yapıyorsun ama kartona yapacağın resimlerin ömrü kısa olur senin tuvale çalışman lazım" dediler.

"Ben nasıl tuvale çalışayım tuvale kabartma çizemiyorum ki..." Çiviyle bezin üzerine olmuyor deforme oluyor yani yapsan da bakıyorsun ertesi gün kayboluyor, çizgileri bulamıyorum ne yapayım ne yapayım teknik olarak bir şeyler geliştirmeye başladım. Tuvalin üzerine çalışmaya başladığım zaman bir kartonun içini istediğim şekilde oyuyordum. Hiç çizgi falan çizmeden alırım makası kuş mu çizeceğim makasla keserim ortadan çıkarırım böyle bir yeteneğim de var. Daha sonra o kuşu tuvalin üzerine koyup içini doldurup kartonu çekmek çok kolay. Bir süre öyle çalıştım ondan sonra baktım tam olarak istediğim şekli yapamıyorum. Ne yapayım diye düşünürken Joan bana bir macun buldu. Bu macun dişçilerin kullandığı kalıp olarak dişlerini ölçmek için damaklara yapılan macunlardan. On beş yirmi dakika bana müsaade ediyor istediğim şekle getiriyorum.

Bir kişi resim yapmadan tuvalin üzerinde ne çizebileceğini görüyorsa o kişi ressam olabilir. Ben de hiçbir şey çizmeden tuvalin üzerinde nasıl bir şey yapacağımı beynimde düşünüyordum ve o macunu ip olarak kullanıyorum, yapıştırıyorum kurumasını bekledikten sonra elimle dolduruyorum, boyayla kısım kısım boyuyorum son çalışmalarım zaten hep o tip çalışmalardan oluşuyor.

Siz dokunduğunuz anda ama her dokunduğunuzda değil konsantre olarak resmedeceğiniz bir cisme dokunduğunuzda görme merkeziniz harekete geçiyor bu böyle tespit edilmiş...

Bununla ilgili neler söylemek istersiniz?

Yine bir festival vardı, New York'a gittiğimiz zaman Harvard Üniversitesi beni çağırdı. "Çok merak ediyoruz Eşref Armağan bu resmi nasıl yapıyor?" dediler. Resimleri görünce benim yaptığıma inanmıyorlardı.

Resme bir bakıyorlardı boyut var, gölge var normal kişilerin yaptığı resimden bir farkı yok. Otuz kırk seneden beri görmeyenleri MR cihazlarına sokuyorlarmış. Soktukları insanlar arasında kimse bir şey çizememiş.

Beni yedi saat MR cihazına soktular. Yirmi taneden fazla küçük maket var, bana Türkçe komut geliyordu, bağladılar kafamı MR'ın içine koydular bir tek ellerim dışarıda, elime bir maket veriyorlar komut geliyor: "On sekiz saniyede incele" diyorlar incelemeye başlıyorum on sekiz saniye dolmadan elimden alıyorlar. Hemen kağıt kalemi getiriyorlar veriyorlar elime "On sekiz saniyede çiz" diyorlar. On sekiz saniye dolmadan önce aynısını çiziyorum. Oradakiler şok olmaya başladılar. Bir yelkenli vermişlerdi elime yelkenliyi ellettiler işte sandalı yelkeni var yelkeni de hafif yan çevirmişler, tam paralel durmuyor. Aldılar elimden "Aynısını çiz ama bu sefer yukarıdan görüntüsünü çiz" dediler. Ben yelkenliye baktım ama yüzünden baktım yukarıdan bakmadım.

Yukarıdan nasıl görünür diye düşünmeye başladım. Sandal yukarıdan sandviç gibi görünür, direk de yukarıdan bakınca tek bir nokta görünür. "Yelken nasıl görünür peki?" Paralel olmadığına göre biraz eğik durur. Bir sandviç, bir nokta bir de çapraz çizgi çizdim adamlar nasıl fırladı yerlerinden, inanamadılar.

Şok oldular. "Biz senin kaç yaşından beri görüp görmediğini öğrenmek için başka bir alete sokacağız" dediler. Kaç yıldır kör olduğumu öğrenmek için beni zindan odaya soktular yirmi dakika boyunca orada kaldık. Joan, bir de göz doktoru var yanımda. Beklemekten canım sıkıldı ben de hemen kağıt kalemi çıkartıp çantayı kucağıma koydum. Lastik paleti ve kağıdı da koyup güzel bir peyzaj çizdim. Tabii karanlık olduğu için Joan ve göz doktoru hiçbir şey görmüyorlar. Daha sonra doktorlar geldi. Bizi o karanlık odadan alıp hemen bir cihaza sokmak istiyorlardı. Odadan çıkartıp hemen kafama bir aletler takarak, bir cihaza dayadılar. Doktorlar bilgisayardan inceliyorlarmış o sırada, gözüme 5 cm'ye kadar güçlü kaynak ışığı gibi rengarenk ışıklar tutuyorlarmış bilgisayardaki çizgi dümdüz gidiyormuş. Hiçbir reaksiyon yok tabii. O cihazla doğuştan hiçbir ışık gitmediğini tespit ettiler. Benim için de böyle bir test yapılması çok iyi oldu gerçekten; çünkü bu testten önce insanların düşünceleri çok değişikti. Yabancı ülkelerde hiç değişik tepkiler almadım ama Türkiye'de şüpheyle bakıyorlardı bana. Elimizde artık tıbbi bir belge olunca insanların bana karşı olan düşünceleri de değişti. Harvard Üniversitesi'ndeki doktorların bile düşüncelerini değiştirdim ben. Ve Harvard'daki doktorlar yedi saat boyunca MR'la benim beynime bakarken bir şey tespit etti. Ben elime alıp da bir şeyi incelemeye başladığımda beynimdeki görsel alan hareketleniyormuş.

Yani gören insanların baktığı zaman beyinde hareketlenen görsel alan bende elim bir şeyi alıp incelemeye ya da çizmeye başladığımda hareketleniyormuş. Yani benim ellerim bir şeye dokunduğu zaman tam olarak değil de çizgi olarak görüntü veriyor beynime. Çünkü ben hep çizgi olarak öğrendim.

Volvo ile tanışma maceranızdan bahseder misiniz?

Volvo beni çağırdığı zaman "Ne yapacağım ben Volvo'da" dedim. Dediler ki "İsveç Volvo'dan çağırıyorlar. Yeni bir araba varmış, daha piyasaya çıkmamış sadece çizimleri falan olmuş, maketi yapılmış, kimseye göstermemişler daha, göstermekte istemiyorlarmış". "Tamam, gidelim" dedim ama hayatta en çok korktuğum şey elime verilen şeyi çizememek. Ya yapamazsam diye gitmeden önce korktum. Oraya gittiğimde arabayı getirdiler Joan ve kameraman da var yanımızda, kamera oraya gittiğimiz andan havaalanına gidene kadar çekim yaptı. Çalışırken yani sekiz gün boyunca ben o arabayı nasıl inceledim, neler yaptım her şey çekimle kaydedildi. Arabanın her yerini elleyerek ayrı ayrı çizdim. Ve arabanın tümünün resmini yaptım. Joan da ilk defa bir resme başlayıp sonuna kadar nasıl bitirdiğimi görmüş oldu. Çünkü ben çalışırken herhangi bir ses ya da başkasının müdahalesini istemiyorum.

Çünkü yeni bir şey yaparken konsantrem kayboluyor. Volvo'da da çizimini yaptığım arabayı ilk ben gördüm. Girerken de bakmayacağıma yemin etmiştim zaten ve öyle de yaptım.

Bir de Discovery Channel tarafından hazırlanan bir belgeseliniz var. Onunla ilgili neler söylemek istersiniz?

Discovery Channel çekim yaptığı zaman "Seni İtalya'ya götüreceğiz" dediler. Bana ne çizeceğimi hiç söylenmedi. Oraya gittik üç gün boyunca otelde, dışarılarda çekim falan yaptılar üç gün sonra Floransa meydanına gittik bir küçük masa ve sandalye koymuşlar meydanın ortasına insanlar toplanmış, Joan'a da bir şey söylememişler ne yapacağımdan tamamen habersiz bir şekilde bekliyorum. Koca bir binanın önünde oturuyormuşum. Oturtmuşlar beni Philippo Bronovvski'nin yaptığı kutsal katedral gibi bir şeyin karşısına. Adam altı yüz sene evvel üç kaçışlı perspektifi bulmuş o binayı yapmış. O binada o görüntü varmış. John Kennedy bir maket verdi önüme, iki dakika elletti. Sekiz köşeden oluşan bir silindir.

Bir üstten görüntüsünü, bir düzden bir de durup da yukarıya doğru bakıyormuşsunuz gibi görüntüsünü üç boyutta çizmemi istedi. Ben önce üstten görüntüsünü çizmeye başladım. Bir taraftan düşünüyor bir taraftan çiziyordum. Birinciyi çizdim koydum "Tamam başaramadım herhalde, hiç ses yok." dedim. İkinciyi aldım binanın önden görünüşünü çizmeye başladım yine ses yok. "Kesin başaramadım" dedim. Kendi kendimi kahretmeye başladım. Üçüncüyü aldım çizmeye başladım son çizgiyi bitirim. Profesör büyük bir sesle hüngür hüngür ağlamaya başladı ve İngilizce bir şeyler söyledi. Kıyamet koptu orada. Meğerse altı yüz sene sonra ilk defa dünya üzerinde üç kaçışlı perspektifi ben çizmişim. Orada öğrendim üç kaçışlı perspektifin ne olduğunu.

Son olarak okurlara için söylemek istediğiniz nelerdir?

Ben bazen insanlara şaşırıyorum. Bakıyorum, dinliyorum insanları, adamın bütün organları yerinde. Hiçbir eksiği yok her şeyi güzel çalışıyor. Ama yaşadığı dünyada hiçbir şeyi görmüyor. Allah buna bir göz vermiş, öyle bir kudret öyle bir mücevher vermiş ki, görme hissi... Niçin mutlu değil? Niçin baktığını göremiyor?

Bu beni bir zaman çok düşündürdü. İstiyorum ki bütün insanlar, yani üzgün, içi kararmış, yaptığı şeyden zevk almayan, baktığını görmeyen insanlar ellerinde çok büyük bir mücevher olduğunu düşünüp yaşamın zevkini çıkartsınlar. Aldığı nefesin değerini bilsinler.

14.01.11 - MAG